4 Aralık 2013 Çarşamba

2013 BİTERKEN...

 

"Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz'' der  Stefan Zweig,  Brezilya'da sürgündeyken yazdığı en tanınmış eserlerinden biri olan Satranç'ta... Hiçlik derken hikayenin en önemli karakteri Dr. B'nin ikinci dünya savaşı sırasında, tek başına bir otel odasında herkesten ve dünyanın tüm nimetlerinden uzakta, kalemi, kağıdı, kitabı dahi olmadan sorgulanmayı beklediği durumunu anlatmaktadır.
 
2013 yılı biterken okuduğum bu eserden çok etkilenmiş bir ruh halindeyim şu anda. Dr.B'nin düştüğü durum günlük hayatta varlığının önemi fark edilmeyen her şeye sıkı sıkı sarılmanın gerekliliğini bir kez daha hatırlatıyor insana. Hiçlik içinde kalmış biriyle ilgili satırları okumak ise gerçek yaşamın nefes alıp vermekten, yiyip içmekten ibaret olmadığını fark ettirip elindeki kitaba dahi sarılma ihtiyacı hissettiriyor . 'Al kalemi eline bir şeyler yaz, yazmanın tadına var.' dedirtiyor. 'Her anı doldurabilmek; resmin, müziğin, tiyatronun keyfini çıkartmak gerekir.' dedirtiyor hatta. 'Yürüyebilmek, etrafını görebilmek şansın varken; gökyüzündeki mavinin, ağacın yeşilinin, toprağın kokusunun güzelliğini içine çek!' dedirtiyor. 'Fırsatın varken yolda gördüğün çocuğun saçını okşa, insanları sevindir, bol bol ver, kazandıklarını paylaş, çevrendekiler yoksa sen de yoksun!' dedirtiyor. 'Sevdiğinin elini tut, evlatlarını öp kokla, büyüklerini boşlama, tüm sevdiklerinle çok vakit geçir.' dedirtiyor. Kısacası; 'Boş yaşama, yaşamının ve sahip olduklarının kıymetini bil!' dedirtiyor. Ve tüm bu düşündürdüklerinden sonra nasıl da şükrettiriyor... 
İşte bazı kitaplar düşündürebildikleri ve hissettirebildikleri şeyler yüzünden büyük eser oluyor, dolayısıyla da büyük değer buluyor. Bu güzel eseri 2013 bitmeden okumanızı tavsiye ederim.
Güzel eserler gibi bazı insanlar da hayatlarımızda çok önemli izler bırakıp, inanılmaz değer buluyorlar. Yoklukları büyük boşluklar yaratıyor. Ve belki de kaybedince daha çok fark ediliyor değerleri. İşte bu yüzden bu yıl biterken belki biraz üzüntümü paylaşmak, belki biraz da sevdiklerimizin ardından hissedilenleri aktarmak, ya da hatırlatmak istiyorum. 8 Ağustos, Ramazan Bayramı'nın ilk günü, çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın Levent'in ölüm haberini aldığımız günden beri yaşamı algılayışım da, geçmişe ve geleceğe bakışım da bir  başka.. Bazen yaşam aniden bitiveriyormuş meğer. Hiç plana programa bakmıyormuş. Ertelemeye hiç gelmiyormuş bazı şeyleri. Hele üzülmeye hiç değmiyormuş. Bir güne başlarken sonu gelir mi bilinmiyormuş ve bazen gidişlerin dönüşü olmuyormuş. Levent'te böyle ayrıldı aramızdan; bir sabah geri dönmek üzere çıktığı sevgili evine ve ailesine geri dönemedi. Anlaşılması çok güç, belki de dünyanın en saçma trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Bizler onu çok sevenler bu apansız gidişin arkasından bakakaldık. Çok şaşırdık, inanamadık, inanmak zorunda kaldık, ellerimizle toprağa verdik, ağladık, ağladık, çok üzüldük ama hiç bir şey yapamadık. Ne diyeceğimizi bilemedik! Sözler bitti, birbirimizi teskin edemedik. Sadece yapılması gerekenleri yaptık; dualar ettik gidene ve geride bıraktıklarına... İçimiz yandı, belli ki bu acı çıkmayacaktı içimizden... O'nu hep güzel anılarla hatırlamaya karar verdik. Hatırlamak ne garip bir kelimeymiş aslında unutulması imkansız durumlar için... Hiç yokken de yaşayabilenlerden biriymiş meğer Levent... 
2013 acısıyla tatlısıyla biterken meğer neler öğretmiş bize...  
Sağlıkla ve sevdiklerimizle birlikte var olduğumuz, dolu dolu yaşayabilmeyi başarabildiğimiz, mutlu bir yeni yıl dileğiyle... 
 
                                                           Levent'in Anısına...

3 Kasım 2013 Pazar

İSPANYA'DAN AKSEKİ'YE SELAM GÖNDERDİK...

Atlas Okyanusu'nun kenarında uçsuz bucaksız bir kumsalda yürüyüş yapıyorum. Yerin adı 'Conil de La Frontera'. İspanya'nın güney sahillerindeyim. Düşündüm de turistik gezi olarak buraya gelmek hiç aklıma gelmezdi. Zaten etrafta da sadece yazlıkçılar ya da yerli turistler var. Benim gibi dünyanın başka bir yerinden gelmişe benzeyen kimse yok. 1980'lerden kalma bikini ve mayolarla bir baştan diğer başa uzun yürüyüşler yapan her yaştan insan. Denizin içinde tek tük duranlar var sadece. Herkes şemsiye, şezlong, yiyecekler için buzluk ve diğer gerekli malzemeleri toplayıp açıkçası yüzmek için değil sahilde oturup, okyanus kıyısında yürüyüş yapmak için gelmiş. Ama manzara harika, o kadar harika ki fotoğraf çekmeye çalışırken yürüyemiyorum bile. Bir de midye toplamaktan kendimi alamadığım için yürüyüşten çok eğrilip doğrulup iki adım atıp duruyorum.

Niye mi buradayım?
Çünkü 2002 yılından itibaren yurtdışı binicilik kampları ve 2006 yılından sonra da milli takım yarışmaları nedeniyle büyük kızımla başlayan maceramıza küçük kızımın milli takım yarışmaları ile devam ediyoruz. Bu seyahatlerin çoğu normalde planlayıp gitmeyi düşünmeyeceğimiz yerler. Fransa'da Paris'e değil de Jardy'ye, Avusturya'da Viyana'ya değil de Wiener Neustadt'a, Almanya'da Berlin ya da Hamburg değil de Emsbüren'e, Bulgaristan'da Sofya'ya değil de Plovdiv'e gitmek gibi; bu yılki durağımız da İspanya, ama Madrid ya da Barselona değil güney sahilinde 'Vejer de La Frontera'...

Ünlü 'Sunshine Tour' binicilik yarışmalarının yapıldığı  'Montenmedio' bölgesinde 'Yıldız, Genç, Genç Yetişkin Biniciler Engel Atlama Avrupa Şampiyonası' için buradayız. Küçük kızımız Aslı yıldız binicilerde ülkemizi temsil ediyor. Otelimiz Conil de La Frontera'da. Bu sahiller Ayvalık gibi, Kumburgaz gibi, Mudanya gibi yazlık yerler. Seyahatimiz İstanbul'dan Malaga'ya uçuş ile başlıyor. Yolumuzun üstünde Marbella'ya uğrayıp yemek yiyoruz. Daha sonra Algericas, Vejer ve otelimizin bulunduğu Conil'e geldiğimizde henüz ne kadar renkli bir yolculuğa çıktığımızın farkında değiliz. Çevrede o kadar çok ilgi çekici nokta var ki yarışmalardan fırsat bulduğumuzda pek çoğunu ziyaret etmeye çalışmak lazım.

Nitekim atlarımız için veteriner kontrolünün olduğu gün meraklı babalar 'vet-check' için binicilerle yarışma yerinde bulunurken, bayanlar toplanıp Sevilla'ya gidiyoruz. Gerçekten harika bir şehir. İspanyolca'da iki tane 'l' harfi biraraya geldiğinde 'y' olarak okunduğu için 'Seviya' demeyi öğreniyoruz önce. Daha sonraki günlerde Vejer yerine 'h' olarak okunan 'j' harfini de öğrenip Veher diye söylemeyi de ihmal etmiyoruz tabi... Ertesi gün 'Warm -Up' denilen ısınma yarışmalarının bitmesiyle birlikte istikamet 'Tarifa'; yani Avrupa'nın en güney noktasındaki, tüm keşifler için yolculukların başladığı şehir. Nefis bir yer; meşhur denizci feneri Akdeniz ile Atlas Okyanusunu birbirinden ayırıyor. Feribota binip Cebelitarık Boğazı'nı geçerseniz ondört kilometre sonra Afrika'da Fas'ın 'Tanca' şehrindesiniz. Orada sizi bambaşka bir kültür ve yaşam bekliyor. Üstelik vize de yok. Cebelitarık'ta balina ve yunusları izlemek ise cabası.

Tarihi şehir 'Cadiz', sömürge zamanlarından sonra hala İngilizlerin elinde bulunan, İspanya sınırında İngiliz askerlerinin beklediği ve pound ile alışveriş yapabildiğiniz dev bir kayadan oluşan yarımada 'Gibraltar' gibi şehirleri gezerek yarışmaların stresini atmak ne güzel bir şans ve bu coğrafyanın bize verdiği ne büyük bir hediye.

Tüm bu şehirlerin içinde en çok yüreğimizi ısıtan 'Vejer de La Frontera'. Niye mi? Çünkü Akseki gibi denizden çok yüksekte tepelere kurulmuş, kendi halinde özünü yitirmemiş şirin mi şirin bir belde. Akseki'nin düğmeli evlerinin yerine sadece beyaza boyanmış evlerinden harika bir manzaraya sahip. Daracık yokuşlu sokaklarının arasında dolaşırken kahvehanelerde oturan yöre halkının yüzlerinde aynı sıcaklık var Akseki insanıyla. Sahil kenarı yanıp tutuşurken serin mi serin tenimize değen hava. Kendi ülkemizden kilometrelerce uzakta bambaşka bir coğrafyada Aksekiyle özdeşleştirdiğimiz 'Vejer' bizi öyle etkiliyor ki yarışmaların sona erdiği gün karar veriyoruz son gecemizi burada geçirmeye... Küçük bir lokantada yediğimiz akşam yemeği ve küçük otelimizdeki huzur dolu uykumuzdan sonra ertesi gün dönüşe geçiyoruz virajlı dağ yollarından inerken Akseki'ye selam göndererek...

Havaalanı yolunda, arabanın camından dışarıyı seyrederken; bazen hayatımızı çok zorlaştırdığını düşündüğümüz ve pek çok fedakarlık yapmamızı gerektiren binicilik sporunun rüzgarıyla ulaştığımız tüm bu yerlere gelebildiğimize şükrediyorum. Ve yaptıkları sporun hakkını vererek elde ettikleri başarılarıyla anne babalarını bu yolculuğa çıkarttıkları için kızlarıma yüreğimin en derinlerinden teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar, biz de onların peşinden hep böyle koşalım inşallah...






Selda Ayşe GÜLEÇ

1 Ocak 2013 Salı

2012 BİTERKEN...


2012 biterken; öncelikle 2010 biterken yazdığım yazıyı okudum, sonra 2011 biterken yazdığım yazıyı okudum. Çok beğendim yazdıklarımı, iyi ki de yazmışım dedim kendi kendime. Yaşadığım yılları özetlemiş, kendimden ve dünyadan daha sonraki yıllar için beklentilerimi sıralamışım. Sanki olgunlaşma sürecimin evrelerini not alır gibi…

Hızla geçiyor seneler ve yaşadığımız bu teknolojik çağda insan bedeni olarak hayatın akışına yetişmek hiç de kolay değil. Çalışmalar, seyahatler, eğlenceler, üzülmeler, sevinmeler, gitmeler, gelmeler, dersler, sınavlar, teftişler, kazanmalar, kaybetmeler, düşmeler, kalkmalar… Dönüp bir de bakıyoruz ki her şey geçmiş gitmiş. Yoğun bir temponun içinde yaşarken ve hatta bazen insanlığımızı bile unuturken, anların ne kadar önemli olduğu aklımızdan çıkıvermiş.

Peki geriye neler kalmış?

Geride bıraktığımız acı tatlı anıların yüzümüzde yarattığı hüzünlü gibi görünen, ama gururlu ve her zaman umut dolu gülümsemeyle birlikte, hala birlikte anlar yaşamayı başarabildiğimiz, farklılıklarından dolayı haklılıklarını kabul ettiğimiz ve her bulduğumuz bahaneyle bağlarına girdiğimiz dostlar tabi ki…

‘Taç giyen baş akıllanır’ misali anladım ki; yaşadıklarımızdan ders alabiliyorsak ve bu dersleri hayatımızın içinde kullanabiliyorsak, başka bir deyişle yaşadıklarımızın ruhumuzu doğru bir şekilde beslemesine izin vermeyi başarabiliyorsak ve başkalarıyla tüm bunları paylaşabiliyorsak, almadan verebiliyorsak, verdikçe bize daha çok geldiğini fark edebiliyorsak, işte o zaman her anımızı çok değerli kılabilme şansımız var.

Bir şey istiyorsak eğer; önce bir adım atmak gerektiğine göre, önümüzdeki yıllardan isteyip durduğumuz mutluluk, sağlık ve başarı dolu günlere doğru atacağımız ilk adımlara biz karar verelim. Bedenimizi çok yormadan, kendimize ve çevremize stres yaratmadan, sağlıklı olduğunu bildiğimiz gıdalarla beslenerek, mutluluğu başkalarının bizim için yaratmasını oturup beklemek yerine, kendi mutluluğumuzu yaratarak ve var olana sahip çıkarak, başarıyı başkaları için değil gerçekten kendimiz için isteyerek çalışmak ilk adımlarımız olabilir mesela. Nasılsa, biz istemediğimiz sürece kimse bizi ne üzebilir ne de mutlu edebilir ve dünyada sahip olduğumuz herşey biz istediğimiz kadar gerçekleşir.

Anlarımı her zaman değerli kılan dostlarımla daha yaşayacak çok güzel günlerim var, hoş  geldin 2013 ve hoş gelsin sonraki tüm yıllar…