18 Ekim 2011 Salı

BİR TAŞLA ÇOK KUŞ VURMAK!

BİR TAŞLA ÇOK KUŞ VURMAK!

Günümüz teknolojisinin hızının doğal sonuçlarından en önemlisi hiç bir şeye vakit bulamamak. Bizler de bu hıza ayak uydurmak ve sürekli kaçan bir şeyleri yakalamaya çalışmak zorunda kalıyoruz. Eşimizle, dostumuzla görüşmeye dahi fırsat bulamadığımız garip bir süreç içerisinde, çekirdek ailemizle bir arada olabildiğimiz günlere şükretmekten ve yaşantımızı bir taşla çok kuş vurmaya çalışarak geçirmekten başka çaremiz yok.
‘1.Uluslararası Bursa Fotoğraf Festivali’ haberini gazetede fark ettiğimde, bir taşla çok kuş vurabileceğimi düşündüğüm için çok sevinmiştim, çünkü festivalin açılış tarihi küçük yeğenim sevgili Alp’in aile arasında gerçekleştirilecek nişan törenine rastlıyordu. Nişan için Bursa’ya gittiğimde hem ailemi ziyaret etmiş olacak; hem de festivali görme fırsatı yakalayacaktım. Festival; yıllardır gitmeye, gezmeye fırsat bulamadığım Bursa’nın tarihi çarşı, pazar ve hanlarında gerçekleştiriliyordu. Üstelik dolaşırken eski dostlara rastlamak ve onlarla sohbet etmek fırsatını da yakalayabilirsem bir taşla vurduğum kuşların sayısı daha da çoğalabilirdi. Nitekim öyle de oldu.
Ellerinde çerçeve içinde fotoğraflar taşıyan sanatseverlerin yürüyüşü ile açılan festivalin ikinci günü sabahı dört kardeş toplandık, sergi alanının yolunu tuttuk. Tüm sergiler, Bursa’nın en eski alışveriş merkezlerinde, buralara giden yollarda ve meydanlarda kurulmuştu. Uluslararası ve ilk olması her ne kadar çok önemliyse de, bana göre en önemli noktası düzenlendiği alanlar olan bu festival aldı beni çocukluğuma götürdü. Yerli ve yabancı pek çok fotoğraf sanatçısının eserleri; Tuz Pazarı, Uzun Çarşı, Pirinç Han, Tuz Han, Koza Han, Geyve Han ve Fidan Han’da yürürken, dizi dizi sıralanmış çocuklar gibi birden bire karşınıza çıkıyordu.
Elbette bunların arasında benim için hepsinden önemlisi babacığımın yıllardır boş duran mağazasının bulunduğu Fidan Han’daki sergiydi. Koşa koşa babamın dükkanına gittiğim çocukluğumun yolları ve babamla bol bol zaman geçirme fırsatını bulduğum Fidan Han, yıllar sonra fotoğraf sanatının sergi alanları olarak karşıma çıkmıştı. Fidan Han’ın ikinci katında sergilenen eserler arasında yürürken, üst kattan aşağı doğru bakmaktan kendimi alamıyor, eskiden içinde renk renk kumaş toplarının bulunduğu dükkanımızı gözlemeye çalıyordum. Babamın çok güzel bir çalışma masası vardı bu dükkanın içinde, sanırım çizilmesin diye üzerine koydurduğu camla masa arasına hepimizin fotoğraflarını koyardı. Fotoğrafa çok meraklıydı babam, hem çekmeye, hem de ilk fırsatta bastırıp evin çeşitli yerlerindeki çerçevelere yerleştirmeye ve duvarlara asmaya. Harika bir fotoğraf makinası vardı bir de. Hiç sıkılmadan saatlerce poz verirdim babama, ne söylerse yapardım. Ne düşünürdü acaba, hayatının neredeyse hepsini geçirdiği bu mekanlarda fotoğraf sergilerinin yapıldığını görebilmiş olsaydı? Kim bilir babamın fotoğraflarının da sergilendiği bir bölüm olurdu Fidan Han’ın bir yerlerinde  belki de!!!  Tüm bunları düşünürken, esnafın dükkanından çok uzaklaşmadan abdestini rahatça alıp namazını kılabilmesi için inşa edilmiş mescid gözüme takıldı. Zaman zaman buranın önüne gelip duran seyyar tatlı arabası aklıma geldi birden. Bembeyaz ve oldukça katı bir muhallebiyi küçük küçük kesip, üzerine buz gibi pembe bir şerbet dökerdi tertemiz elleriyle tatlıcı amca. Nasıl da severdim, yalvarırdım babama alsın diye! Seneler sonra İstanbul’da görüp, adının ‘bici bici’ olduğunu öğrendim bu tatlının.

Son günlerde benim için oldukça öne çıkan fotoğrafçılık hobim ile ilgili harika fotoğrafları gözlemleyebilme şansını yakaladığım tüm bu mekanlarda bambaşka bir ruh haline bürünmüş dolaşırken zamanın ne kadar çabuk geçtiğini fark etmemiştim. Hava kararmaya başlamış, hem üşümüş hem de çok acıkmıştık. O sırada yıllar sonra dört kardeş birlikte bu geziye çıkabildiğimiz için çok mutlu olan ama yürüme güçlüğü çektiği için bize eşlik edemeyen annem telefon edip ‘çorba yaptım, hadi artık gelin, sofra da hazır’ dedi. Eve döndüğümüzde annemin yemekleriyle donatılmış sofra hazır bekliyordu. Sıcacık çorba masaya ulaşamadan sofradaki turşu tabağı bitmişti bile. Annemi senelerdir böyle mutlu görmemiştim.
Bir taşla çok kuş vurmakla kalmamış, çok büyük kuşlar yakalamış hissediyordum kendimi bu seferki Bursa ziyaretimin ardından…

Selda Ayşe GÜLEÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder